Mutluluğu Aramayın !
Her şeyden önce bir filolog olarak ilk yazıma Konfüçyüs'ün bir sözü ile başlamak istiyorum. ''Gerçekten mutlu olabilmek için mutluluğu aramaktan vazgeçin...''
Aslında ünlü filozof her şeyi bir cümle ile özetliyor.Mutluluğu aramak için sarfedilen o çabalar yormuyor mu sizi? Kaçınız sırf mutlu olacağım diye,aslında hiç ilgi duymadığınız şeylere yöneldiniz? Kaçınız çok para,çok mutluluk duvarından atlayamadığınız için o stresli işinize devam ediyorsunuz? Ya da her gün aslında pek hoşlanmadığınız yüzlere,gülümseyerek ''Günaydın'' diyorsunuz? Mutluluk,netlik ister. Kabul görülmeyen her şey, mutluluğun üzerini biraz daha örter.Maddesel ve tinsel mutluluk birbiriyle bütündür.Beden sağlığı yerinde bir insan eğer mental olarak yeterinde doymuş değilse,ilerleyen günlerde muhakkak hastalanır.Ya da tam aksini düşünelim ; her şey yolunda gidiyor ve aniden bir kaza geçirdiniz.Bu sizi ilerleyen günlerde sıkışmış hissettirecek.İşleriniz,sosyal yaşantınız, her şeyden önce beden sağlığınızla ilgili çeşitli kaygılarınız olacak.Buraya kadar bahsettiğim her şeyin temelinde tat alabilme duygusu var...Ancak kabulle şekillenen duygular tat verir.Zorlama içeren bütün duygular sonlanabilmek için yorarlar sizi.Çünkü sonsuza dek sizinle kalmamaları gerektiğini bilirler.Konfüçyüs bu yüzden söylemiş olmalı, mutluluğu aramayın diye... Hem de ;
Mutluluğu aramak için bu kadar uğraşırsak,gerçekten nerede olduğunu nasıl görebiliriz ki?
Ben insanların mutlu doğduklarına ve sonsuza dek öyle kaldıklarına inanırım.Tanrı sevgidir. Sevgi olan bir yaratıcı, yarattıklarına da kendinden birer parça verir.Hepsi yekparedir bu yüzden.En büyük özelliği, eşşizlik olan bir canlı nasıl ''mutsuz'' olabilir?
1) Kendini Tanımama
Bu aşamada kişi kendini tanıma sürecindedir ve başarısız denemeleri olmuştur. Düşünceleri ve davranışları çelişebilir.Yeniliklere açıktır fakat tedirgin adımlar atar.İlerleyen süreçlerde haz alabilmesi fevkalade! Aksi bir durumda zamanını boşa harcadığını,bir sonuca varamadığını,hayat ağacının herhangi bir dalına dahil olmadığını düşünecek ve mutsuzluk hissine kapılacaktır.
2)Hayat Amacının Farkında Olmama
Dünya'ya gönderilmeden önce Tanrı bize saf sevgisinden ve sonsuz seçeneklerinden sundu.Bedenlenmeden evvel,hayatımızla ilgili birtakım planları zaten yaptık.Sadece hatırlamaya ihtiyacımız var.Bazı insanlar daha erken hatırlarken,bazıları için bu o kadar da kolay değildir.İşte bu aşamada kişiler hayat amacının farkında olan bireylerle bir kıyaslama haline girebilir,taklitçi role bürünebilirler.Onların seçtiği yolda,kendi mutluluğu arar ve bulamazlar...
3)İş Hayatı ve Yanlış Meslek Seçimi
Kabul etmeliyiz ki işimiz bizim ikinci evimiz ve iş ortamında ne kadar huzurlu olursak o kadar başarılı oluruz.İş hayatı az ya da çok fakat muhakkak streslidir.İşinizi sevmeniz stresle mücadelenizi kolaylaştırabilir.Sevmemeniz ise tat alma duygunuzu köreltebilir.Bir meslek seçerken yukarıda da bahsettiğim gibi ; kendinizi tanımanız ve hayat amacınızı tespit edebilmiş olmalısınız.Günümüzde bir grup insan mesleğine üniversite sınavı sonucunda aldığı puana göre karar veriyor ve sonuç hüsranla dolu olabiliyor.Bir diğer grup ise sadece maddi getirisi yüksek veya popüler mesleklere yöneliyor ve tamamlanmamış hissettiğinde geri adım atmaya,başka alternatifler aramaya korkuyor.Hayatınızın geri kalanında sizi üretmeye teşvik edecek alanı seçerken iki kez düşünün !
4)Kıskançlık
İnsanın doğasında kıskançlık yoktur.Bu sadece öğretilmiş bir duygudur.Bu ''sonradan gelme'' duygunun kontrolünü sağlayamayan her birey mutsuz hisseder.Daha da kötüsü, kişiyi kötülüğe itebilir.En iyi konumda olan,en çok kıskanılandır aynı zamanda.Ülkelerin yönetiminden sorumlu kişilerin pek çoğunun korumaları vardır.Çünkü yerlerinde olmak isteyen pek çok kişi vardır ve zarar vermeleri söz konusudur.Fakat asıl çelişki,kıskançlık mutluluğa bu kadar engel oluyorken en çok mutluluğun kıskanılmasıdır.Günümüzde insanlar özellikle sosyal iletişim kanalları yoluyla pek çok kişiye erişebiliyor ve onların hayatlarını izleyebiliyorlar. Bu da bir kıyaslamaya ve kıskançlığa sebep olabiliyor.
5) Dini İnançların Yanlış Tanıtılması
Daha çocuk yaşlarda bir yaratıcının olduğunu ve ona sonsuz hürmet etmek gerektiği öğreniyoruz.Peki bu bilinci oluştururken aileler yeterince bilinçli davranıyor mu ?
Her toplumda bir inanç kültürü vardır.İnançların temelinde iyi bir insan olmak ve diğer hiçbir canlıya zarar vermemek yatar.Dinler insanlara ışık tutar ve sevgiyle beslenmeleri gerektiğini vurgular. Cehennem ve günah kavramları tanıtılırken oldukça yumuşak geçişler yapmak ve kişide korkuya sebep olacak davranışlardan kaçınmak gerekir. ''Taş olursun. '' ya da ''Cayır cayır yanarsın.'' diyerek kişi inancınızın prensiplerine uygun biri olmayacağı gibi ; suçluluk hissedebilir,öz saygısını yitirebilir veya Tanrı'dan tamamen uzaklaşabilir. Oysa Tanrı, kullarını her koşulda sevendir...
6)Toplum Baskısı
Her insanın hayata bakış açısı,onu yaşayış biçimi farklılık gösterir.Fakat belli noktalarda gruplaşmalar fark edilir. Siyasi görüş ve ahlaki algılar ilk sıralarda yer alır.Gruba dahil olmuş ve özündeki insanla gruptaki insanlar arasında pek bir fark olmadığını gözlemleyen kişiler için her şey yolundadır.Kendilerine yaslanabilecekleri bir duvar örmüşlerdir.Diğer yanda da herhangi bir gruba dahil hissetmeyen özgür ruhlu bireyler vardır.Bu kişiler çoğu zaman yalnızdırlar ve bir desteğe ihtiyaç duymazlar.Fakat ne zaman ki yaptıkları çevrece kabul edilmez , alay konusu olursa kişiler dışlanmışlıkla karşılaşır veya buna maruz kalmamak adına yaptıkları her ne ise onu yapmamaya ya da gizlemeye başlarlar.Bu da bulunduğu yerde mutsuz olmasına sebep olur.
7)Karşılıksız Sevgi
Sevgi her şeyin başlangıcıdır.Hayatın başlangıcıdır.İnsan onunla var olur ve hayattaki bütün güzel şeylerin temelinde sevgi vardır.Fakat karşılıksız sevgi bazen kişilerin umutsuz olmasına, kendilerini yetersiz hissetmelerine, günden güne kayba uğramalarına sebep olabilir. Öğrenilmesi gereken bir şey var ki ,ister karşılıklı olsun ister karşılıksız olsun ; sevgi insanın en yüce duygusudur. Hem ne demiş Nazım Hikmet ; ''Sen elmayı seviyorsun diye, elmanın da seni sevmesi şart mı ?''
8) Sosyal Medyanın Hatalı Kullanımı
İçinde bulunduğumuz yüzyıl, bize çeşitli alternatifler sunuyor.Bu alternatiflerin kullanımında en büyük payı sosyal medya ele almış durumda.Amacı doğru algılandığı takdirde sanal cennet olabilen bu alternatifin hatalı kullanımı özellikle gençlere ağır hasarlar verebiliyor. Popüler olmak fazla takipçiyle paralelleştiriliyor ve kişide ''Senin etrafında yeterince insan yok.'' algısı aşılanıyor.Bir süre sonra asıl çevresindeki insanlarla bile yetinemez halde gelebiliyor.Bir diğer yandan sosyal medyada harcanan zaman da çok önem arz edebiliyor. Gününün çoğunu sosyal medyada geçiren insanlar yapmaları gereken işleri yetiştiremiyor,kitap okumuyor ve kendi gelişimlerine fayda sağlayacak aktivitelere,spora zaman ayırmıyorlar. Kendi hayatlarını toz pembe gösterilen hayatlarla kıyaslıyorlar ve hayattan keyif alamıyorlar. Fakat en büyük sorun sosyal medyanın bir hipodrom olarak kullanılması.Pek çok insan neredeyse bütün bir hayatını sosyal medyada paylaşıyor ve kim daha lüks mekanlara gidiyor,kim hangi mağazadan alışveriş yapıyor,kim hangi arabaya biniyor gibi maddi etiket yarışının içine giriyor.
Diğer yandan özel hayatın gizliliği ilkesine aykırı davranışları görmek mümkün olabiliyor.Sosyal medya kullanıcılarının bazıları aile bireylerinin her anını paylaşabiliyor.Çocuklar için başlatılan ''teşhir etme!'' uyarıları ne yazık ki dikkate alınmıyor. Aşk ilişkilerini de tam anlamıyla sosyal medyada yaşayan çiftler gerçekten gösterildiği kadar mutlulular mı dersiniz? Yoksa başka bir hipodromun yarışçıları olabilirler mi ? Cevabı siz verin...
Her şey sizinle başladı... Sizinle devam ediyor. Şimdi, mutluluğu aramak yerine, kendinizi bulmaya başlayın... Bunu yapabildiğinizde, aradığınız şeyin tam da içinizde olduğunu göreceksiniz...
Yorumlar
Yorum Gönder